islam güzeldir
Bismillahrirahmanirrahim

Tek Kadının Haberi (Yânı Bununla Amel Edilir Mi Yâhud Edilmez Mi?) Babı Login10
islam güzeldir
Bismillahrirahmanirrahim

Tek Kadının Haberi (Yânı Bununla Amel Edilir Mi Yâhud Edilmez Mi?) Babı Login10
islam güzeldir
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

islam güzeldir

İslam Güzeldir
 
AnasayfaGaleriLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Tek Kadının Haberi (Yânı Bununla Amel Edilir Mi Yâhud Edilmez Mi?) Babı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Hâdimul İslam

Tek Kadının Haberi (Yânı Bununla Amel Edilir Mi Yâhud Edilmez Mi?) Babı Adminuk3
Hâdimul İslam


Cinsiyet Cinsiyet : Erkek

Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 1062

Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 02/08/10

Yaş Yaş : 36

Nerden Nerden : DİYAR-I İSLAM


Tek Kadının Haberi (Yânı Bununla Amel Edilir Mi Yâhud Edilmez Mi?) Babı Empty
MesajKonu: Tek Kadının Haberi (Yânı Bununla Amel Edilir Mi Yâhud Edilmez Mi?) Babı   Tek Kadının Haberi (Yânı Bununla Amel Edilir Mi Yâhud Edilmez Mi?) Babı Icon_minitimeCuma Ağus. 06, 2010 6:31 pm

Tek Kadının Haberi (Yânı Bununla Amel Edilir Mi Yâhud Edilmez Mi?)
Babı
20-.......Bize
Şu'be tahdîs etti ki, Tevbe ibnu Keysân el-Anberî şöyle demiştir: eş-Şa'bî
bana:
— Sen Hasen Basrî'nin
Peygamber(S)'den hadîs rivayet ettiğini gördün mü? Ben İbn Umer'in meclisinde
ona yakın olarak iki sene yâhud ikibuçuk sene kadar oturdum da, ben İbn Umer'i
şu hadîsten başka Peygamber'den hadîs tahdîs ederken işitmedim [27]: İbn
Umer dedi ki: Peygamber'in sahâbîlerinden bâzı insanlar, içlerinde Sa'd ibn
.Ebî Vakkaas da var olduğu hâlde, bir et yemeye giriştiler. Tam bu sırada
Peygamber'in kadınlarından bir kadın o et yemeye girişen top­luluğa:
— O et bir keler etidir! diye nida etti.
Bunun üzerine
sahâbîler o eti yemekten kendilerini tuttular. Bu­nun üzerine Rasûlullah:
— "Ondan yiyin yâhud onu taam edin. Çünkü
o halâldır -yâhud: "Onda sakınca yoktur"; râvî bu iki ta'bîrde şekk
etmiştir- Lâkin ke­ler benim alışık olduğum yiyeceklerimden değildir"
buyurdu [28].
Kastallânî: "Bunu
Allah'ın yardımı ve muvaffak kılmasıyle 916 yılı muharrem ayının 15'î, çarşamba
günü bitirdim. Allah'tan ta­mamlamaya yardım etmesini dilerim, O bana yeter, ve
O ne gü­zel vekildir" dedi. Ben Sofuoğlu da aynı duayı tekrar ederek 11
zu'1-ka'de 1404/8 ağustos 1984 çarşamba günü bu kitabı bitirdim.
Rasûlullah'ın
Valileri, Kumandanları ve Sefirleri Şârih Aynfnin Tertibiyle Şöyledir:
A.Peygamber'in Valileri
1. Mekke Emîri Attâb İbn Useyd:
Mekke'nin fethi
üzerine Rasûlullah Medine'ye dönerken Attâb ibn Useyd'i Mekke'ye vâlî ta'yîn
buyurdu. Ve o yıl hacc mevsiminde hacc da Attâb'ın emareti altında îfâ olundu
ki, bu sekizinci hicrî senesi haccı idi. Dokuzuncu sene Ebû Bekr Hacc Emîri
idi. Onuncu sene de Haccetti'1-Veda îfâ olundu ve bu sırada Attâb'ın güzel
hizmetleri görüldü. Attâb Mek­ke'nin fethi sırasında müslümân olmuştu. O sırada
henüz yir­mi veya yirmibir yaşında idi. Emevî ailesine mensûb zekî bir gençti.
Mekke'yi pek iyi idare etti. Ebû Bekr'in hilâfeti za­manında da vazifesinde
bırakıldı. Ve Ebû Bekr'in vefatı gü­nü vefat etti.
2. Tâif Emîri Usmân ibn Ebî'!-Âs:
Rasûlullah Usmân ibn
Ebi'1-Âs'ı da Tâif in fethi üzeri­ne oraya ta'yîn buyurmuştu ve pek iyi idare
etmişti. Hasen Basrî bu zât hakkında: Usmân ibn Ebi'l-Âs'dan efdal kimse
görmedim, diye sena ederdi. Tâif'ten başka Bahreyn, Um­man valiliklerinde de
bulundu. Elli bir târihinde vefat etti.
3. Bahreyn Vâlîsi Alâ el-Hadramî:
Bu zât Hadramutlu'dur.
Rasûlullah'n güzide vâlîlerin-dendir. Medîne zaruret içinde bulunduğu ve aç
kaldığı za­manlarda Alâ el-Hadramî'nin gönderdiği zekât malları yetişti.
Peygamber'in ölümü üzerine zuhur eden irtidâd ve irticai bas­tırmış ve Ebû
Bekr, Umer zamanlarında da vazifesinde bıra­kılmıştır. Hicretin ondördüncü
yılında vefat etmiştir. Alâ, valiliğinden önce, Bahreyn'e sefaretle gitmişti.
Rasûlullah, Ebû
Sûfyân'ı da Necrân'a vâlî olarak gön­dermiştir.
4. Yemen Valileri:
Saadet asrında en
mühim vilâyet Yemen idi. Bu cihetle Yemen'e pek çok zevat müteaddid vazifelerle
gönderilmiş­tir. İlk Yemen vâlîsi Bâzân'dır. Bâzân İranlılar'm da Yemen'-de son
vâlîsi idi. Aşağıda görüleceği üzere Kisrâ Pervîz'in katli üzerine Bâzân ve
etba'ı müslümân olmuşlardı. Bu cihetle Ra­sûlullah da Bâzân'ı vazifesinde
bıraktı. Fîrûz Deylemî, Mu­hacir ibn Ümiyye, Ebân ibn Sâid ibn Âs, Ebû Mûsâ
el-Eş'ârî, Muâz ibn Cebel gibi bir çok sahâbî de idarî, iktisâdi, askerî
müteaddid vazifelerle gönderilmişlerdir. Bunlardan Ebû Mûsâ el-Eş'ârî Yemen'in
sahil kısmını idare etmiştir. Muâz ibn Ce­bel de askerî işleri idareye me'mûr
edilmişti.
B.Hazreti Peygamber'in Sefirleri
Müellif Buhârî konumuz
olan vâhid haberi bahsinde Ra­sûlullah'ın Rûm Kayseriyle İran Kisrâsı'na
gönderdiği birer sefirine dâir iki haber rivayet etmiştir ki, pek kısa bir
metin ile rivayet olunan bu hadîsleri Şârih Aynî Umdetü'l-Kaarî'dç îzâh etmekle
beraber İskenderiye Meliki Mukavkis'e, Belka Meliki Haris Gassânî'ye, Yemen
Meliki Hûze'ye, Habeşe Ne-câşîsi Ashame'ye de birer sefirle birer mektûb
gönderildiğini bildiriyor. Bu altı hükümdardan başka Şârih Aynî Bahreyn, Busrâ,
Zu'1-kılş, Me'an, Abd Kilâl gibi ikinci derecede dev­let adamlarına da birer
sefir ve mektûb gönderildiğini kayıd ve îzâh ediyor.
Şübhesiz ki
Rasûlullah'ın bu dînî ve aynı zamanda siyâ­sî hareketi, beşeriyeti İslâm dînine
umûmî mâhiyette da'veti idi ve bu umûmî da'vete:
fâ\ ân jjl-j J\ ls& ı$ ıi jî = Ey insanlar emîn olunuz ben, hepinize
Allanın gönderdiği peygamberim de!"
(d-A'râf: 153)
fermânıyle me'mûr edilmişti.
Rasûlullah Medîne'ye
hicretinin altıncı ayında da müs-lümanların ve İslâmiyet'in en azgın düşmanı
olan müşrikler­le Hudeybiye sulhunu yapıp bunları bir musâlehanâme ile
bağladıktan sonra umûmî daVete sıra gelmiş bulunuyordu. Bu yüksek ve beşeriyeti
şâmil vazifelerini muasır ve uzak, ya­kın mücavir devlet reîslerine
da'vetnâmeyi taşıyan birer sefîr göndermek suretiyle îfâ buyurmuştur.
I. Şarkî Roma Sefiri Dihye:
Rasûlullah İmparator
Hiraklıyus'a hitaben yazılan mek­tubunu Dihye ibn Halîfe eliyle gönderdi.
Peygamber'in hu­sûsî sahâbîlerinden olan Dihye ashabın en güzeli ve en kibar
bir sîmâsı idi. Rivayete göre Dihye Şam'a vardığında bütün evlerden herkes
çıkıp bu necîb çehreyi görmeğe koşmuşlar­dı. Dihye adında ashâb arasında başka
bir kimse de yoktu. Bâzı defa Cibrîl, Rasûlullah'ın huzuruna Dihye suretine
te-messül ederek gelirdi. Bununla beraber Dihye Bedir'den son­raki gazaların
hepsinde bulunmuş ve yüksek hizmetler gör­müştür. {Umdetü'i-Kaari, c.I, s.93).
Bu cihetle Roma İmpa­ratorluğu gibi o devrin muazzam bir devletinin reisine
böyle necîb ve kibar bir sîmânın gönderilmesinde son derece yük­sek bir hüsnü
intihâb (güzel seçim) vardır.
Dihyetü'l-Kelbî
vâsıtasıyle gönderilen da'vetnâme sure­ti ve bu Peygamber mektubu üzerine
Kayser Hıraklıyus -Peygamberimizin ailesi, şahsî hayatı, ötedenberi kavmiyle
münâsebâtı, kendisine îmân edenlerin içtimaî vaziyetleri, teb-lîğ ettiği dînin
esas umdeleri, muhalifleriyle mütekabil vazi­yetleri gibi hususlar hakkında-
devlet erkânı huzurunda Ebû Sufyân ibn Harb'den tahkîkatına dâir ma'Iûmât bu
eserimi­zin baş tarafında tercüme edilen Abdullah ibn Abbâs hadî­sinde geçti '.
1 Dihye, Peygamber'in
mektubunu Kayser'e verdiği sırada Ebû Sufyân bir ticâret kaafilcsiyle Şam'da
bulunuyorud ve Peygamber hakkında tah­kikat icrası için İmparator tarafından
saraya da'vet olunmuş ve hey'et içinde Ebû Sufyân'ın Peygamber'e karabeti
bulunduğundan ondan so­rulmuş ve alınan cevâbda arkadaşları işhâd edilmiştir.
Bu derin
incelemelerden ve aldığı müsbet cevâblardan sonra Kayser Ebû Sufyân'a:
—Eğer bu cevâbların
doğru ise, ayaklarımın bastığı şu topraklara yakın bir zamanda o zât mâlik
olacaktır. Esasen ben bu peygamberin zuhur edeceğini çok iyi bilirdim. Yalnız
onun sizin aranızdan çıkacağını sanmazdım. Eğer O'nun ya­nına varabileceğimi
bilsem O'na mülâkî olmak için her zah­mete katlanırdım. Yanında bulunsaydım
ayaklarını yıkar, O'na hizmet ederdim 2.
Bundan sonra
Hıraklıyus, Dihye ile gönderilen Peygam­ber mektubunu istedi. Dihye de
Rasûlullah'ın mektubunu sundu. Bu eserimizin ilk cildinde yazılı bulunan
da'vetnâme-nin metni ve meali şöyledir:
'
'Bismülâhirrahmânirrahîm.
Ailahın kulu ve
PeygamberiMuhammed(S)'den Rûm'­un büyüğü Hırakl'e. Hidâyet yoluna uyanlara
selâm olsun. Bu temenniden sonra: Ey Rûm milletinin ulusu, seni İslâm camiasına
ve müslümanltğa da'vet ediyorum. Müslüman ol ki selâmette bulunasın, müslüman
ol ki Allah ecrini iki kat ver­sin 3. Eğer bu da'vetimi kabul etmezsen
Hristiyan çiftçilerin günâhı boynuna olsun. Ey ehli kitâb, bizimle sizin
aranızda müsâvî ve müşterek olan bir söze (Tevhîd kelimesine) geli­niz,
birleşelim, Allah'tan başkasına ibâdet etmiyelim ve O'na hiç bir şeyi şerik
koşmayalım, Allah 'ı bırakıp da birbirimizi Rab edinmiyelim. Eğer ehli kitâb bu
da'vetten yüz çevirir-
2 Kayser'in Buhârî metninde rivayet olunan bu
ifâdelerine göre îmân et­tiği muhakkak olmakla beraber, Kayser'in bu i'tirâflan
üzerine meclis­te bulunan devlet erkânının gürültülü patırtılı müdâhaleleri
üzerine da­ha ileri gidemeyip sarfı nazar etmiş ve sefîr Dihye'yi kıymetli
hediyeler­le ve bâzı siyer müelliflerinin bildirdiği cevabî bir mektûb ile hoş
ederek geri göndermiştir.
3 İki ecir ve sevabın biri îsâ'ya, öbürü de
Muhammed'e îmân ettiğinin mükâfatı.
lerse ey müslümanlar,
siz de onlara: 'Şâhid olunuz biz müslü-manız' deyiniz."
Ebû Sufyân der ki:
Hırakl bu sözleri dedikten ve mektu­bu okutmasını bitirdikten sonra yanında
gürültüler çoğaldı ve sesler yükseldi. Biz de yanından çıkarıldık. Bunun üzeri­ne
ben arkadaşlarıma dedim ki:
—İbni Ebî Kebşe'nin 4
(yânî Rasûlullah'm) işi büyüdü. Benû Asfar hükümdarı bile ondan korkuyor. Artık
Rasûlul­lah'm gâlib geleceğine Cenabı Hakk'ın gönlüme İslâm sev­gisini
koyuncaya kadar kanâatim devam etti.
2. İran Sefiri
Abdullah ibn Huzâfe:
Abdullah ibn Huzâfe
(R) Benû Sehm'den ve Kureyş eş­rafından olup Habeşistan'a hicret eden ilk
müslümanlardan-dır. Bedir muharebesinde de bulunmuştur. Bu cihetle İran
sefaretine de bu zât bir mektûbla gönderilmiştir.
Peygamber'in da'vet
mektubu şöyledir:
.
"Bismillahirrahmânirrahîm.
Allah 'in kulu ve
Peygamberi Muhammed(S) 'den Fars'­ın ulusu Kisrâ'ya. Doğru yola gidenlere,
Allah 'a ve Rasûlü-ne îmân edenlere, bir Allah'tan başka hiç bir ma'bûd olmayıp
O'nun şeriki bulunmadığına ve Muhammed onun kulu ve Peygamberi olduğuna şehâdet
edenlere selâm olsun. Ey Kis-râ, seni Allah dîni Müslümanlığa da'vet ediyorum.
Çünkü ben bütün insanlara Peygamber gönderildim: Hayatta olan­ları inzar
eylemek ve kâfirler üzerinde ihkaakı hakk etmek için. EyKisrâ, müslüman ol ki
selâmete eresin. Olmazsan Me-cûsî kavminin günâhı boynuna olsun".
4 "Ebû
Kebşe" Hazreti Peygamber'in ana cihetinden büyük babası idi. Putlara
tapmaz, yıldıza ibâdet ederdi. Rasûhıllah putlara ibâdet aley­hinde bulununca,
ona nisbet ederek İbni Ebî Kebşe dediler.
Abdullah ibn Abbâs (R)
şöyle haber vermiştir. Rasûlul-lah (S) bir mektubunu kisrâya gönderdi ve
mektubu götüren Abdullah ibn Huzâfe'ye mektubu Bahreyn'in büyük emîri-ne5
vermesini emredip, emîr, Kisrâ'ya gönderir, buyurdu. Bahreyn Emîri vâsıtasıyle
Peygamber'in da'vetnâmesi Kis­râ'ya verilip de okuyunca (bu küstah) Kisrâ,
Rasûlullah'm mektubunu yırttı attı. Rasûlullah'a bu haber erişince Kisrâ'-nın
mülkünün tamâmiyle parçalanmasına duâ buyurdu (ve öyle oldu).
3. Habeşe Sefîri Attır
ibn Umeyye:
Rasûlullah (S) Amr ibn
Umeyye vasıtasıyla bir da'vet-nâme de Habeşistan Meliki Necâşfye gönderdi. Amr,
asha­bın bahâdırlarındandı. Damrî nisbetiyle meşhur olan Abdi Menât
oğulları'ndan idi. Rasûlullah'm dâ'vetnâmesinin metni ve tercemesi şöyledir:
'
'Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah 'm Peygamberi
Muhammed'den Habeşe Meliki Ne-câşî'ye. Ey Melik! Müslüman olmanı dilerim. Ben
senin nâ­mına -Melik, Kuddûs, Selâm, Mü'min, Müheymin (ulu sıfatlarını hâiz)
olan- Allah'a hamd ü sena ederim ve şehâ­det ederim ki: îsâ ibn Meryem,
Allah'ın ruhu ve kelimesidir. Allah, o kelimeyi (ki îsâ'ya vücûd veren
"Ol'' hitabıdır) ve o ruhu -çok temiz ve afîfolan ve dünyâ hayâtından tamâ­miyle
çekilmiş bulunan- Meryem'e nefhetti. Ve bu suretle Meryem îsâ'ya hâmil oldu ve
böylece Allah ruhiyle ve nef-hiyle îsâ'yı yarattı. Nasıl ki Âdem'i de Allah
kudret eliyle
5 O sırada Bahreyn
vilâyeti trân'a tâbi' olup emaretinde de Munzir ibn Sâvî bulunuyordu. Rivayete
göre Bahreyn fetholunup Alâ Hadramî vâlî ta'yîn buyurulduğunda Munzir ibn Sâvî
ile beraber Bahreyn'deki bü­tün Arablar müslüman olmuştur.
(ve bir hârika olarak)
yaratmıştı. Ey Melik, seni eşi ve ortağı olmayan bir Allah'a îmâna ve O'na
ibâdete ve bana mutâ-baate Allah canibinden gelen şeylere îmâna da 'vet
ediyorum. Çünkü ben Allah'ın bunları tebliğe me'mür Rasûlü'yüm, se­ni ve
askerini Azız ve Celîlolan Allah 'a da'vet ediyorum. Şim­di ben size (İslâm
umdelerini) tebliğ ettim ve nasihat eyledim, siz de nasihatimi kabul ediniz.
Doğru yola gidenlere selâm olsun".
Amr ibn Umeyye bu
sefaret vazifesini pek güzel îfâ et­miştir. İbn İshâk'ın rivayetine göre bu zât
Habeşistan'a va­rıp mektubu Necâşî Ashame'ye verdikten sonra şu hitabede
bulunmuştur:
—Muhterem Necâşî
Ashame! Bana düşen vazife vazi­yeti söylemek, cenabınıza da lütfen dinlemek.
Senin bize karşı gösterdiğin rikkat ve şefkat derecesinde bizim de size samî-mî
güvenimiz vardır. Biz cenabınızdan ne gûna hayır ürhîd ettikse muhakkak ona
nail olduk. Hiçbir veçhile endişelen­medik, dâima emin bulunduk. Biz senin
lisânından şu emni­yet hüccetini almıştık: "Bizimle sizin aranızda
//zrî/reddolun-maz bir şâhid, zulüm etmez, âdil bir hâkim olsun". Bu defa
Rasûlullah (S) etraftaki devletlere birer sefir gönderdi. Beni de cenabınıza.
Fakat ben onların ummadıkları hüsnü kabu­lü sizden umarak ve onların
korktukları sû'i muamele ihti­mâlinden emin olarak geldim. Geçmiş hayra istinâd
ve müstakbel ecir ve mükâfata intizar ederek huzurunuzda bu­lunuyorum".
Necâşî, Amr'ın bu
nutkuna karşı şöyle mukabele etti: —Muhterem sefîr! Allah'ı şâhid tutarım ki
Hazreti Mu-hammed, Ehli Kitâb'ın intizâr ettiği Ümmî Nebî'dir. Hazre­ti
Musa'nın rakîbü'l-himârı (yânî Hazreti isa'nın kudümünü) beşareti, îsâ'nın
rakîbü'l-cemeli (yânî Hazreti Muhammed'-in kudümünü) müjdelemesi gibidir. Gözle
görülen hakikat bu beşaret haberinden daha ziyâde gönle şifâ ve kanâat veremez!
Bundan sonra Necâşî,
Rasûlullah(S)'ın mektubuna şöyle cevâb yazdı:
"Bismittâhirrahmânirrahîm.
Allah'ın Rasûlü Muhammed'e
Necâşî Ashame tarafından. Yâ Nebîyyallah, selâm Sana ve Allah'ın rahmeti ve
bereketi Senin üzerine olsun. Şol Allah ki, O'ndan başka hakîkî ma'-bûd yoktur.
Ancak O vardır. Allah Taâlâ'yı tevhîd ve hakkı asaletlerinde selâmet
temennisinden sonra: Yâ Rasûlallah. Hazreti îsâ hakkında beyanatı hâvi
mektubunuz bana vâsıl ol­du. Yerin, göğün Rabb'ine yemîn ederim ki, Hazreti îsâ
da kendi hakkında zikrettiğiniz şeylerden ziyâde bir şey söyleme­miştir. Onun
tebligatı da hep buyurduğunuz gibidir. Bize teb­liğe me'mûr olduğunuz İslâm
esaslarını öğrendik. Amcan oğlu ile "diyarımıza hicret eden"
ashabınla tanıştık. Ben şehâdet ederim ki, Sen Allah'ın Rasûlü'sün, sözünde
sâdıksın, geçmiş peygamberleri tasdik ediyorsun. Yâ Rasûlallah ben zâtma bey'-at
ettim. (Sizden Önce) amcan oğluna da bey'at edip onun de­laletiyle Âlemlerin
Rabbi Allah Taâlâ'ya îmân edip müslümân oldum".
Bundan sonra İbn İshâk
rivayetine devam ederek Ne-câşî'nin hicretin dokuzuncu yılında vefat ettiğini
ve Rasûlul­lah tarafından vefatı ashaba haber verilerek ashâb ile beraber
musallaya çıkıp müteveffa üzerine cenaze namazı kıldığını ve dört tekbîr
aldığını bildiriyor. Fakat Müslim'in Sahîh"in­deki rivayetine göre
Rasûlullah'ın mektûb gönderdiği Necâ­şî, üzerine namaz kıldığı Necâşî
değildir6. Bu cihetle İbnü'l-Kayyim diyor ki: İbni İshâk'ın bu rivayeti -Allahü
â'lem- bir vehim olsa gerek. Râvî, Rasûlullah'ın üzerine namaz kıldığı
Necâşî'yi -ki Peygamber'e îmân ve ashabına ikram etmiştir-bununla kendisine
mektûb yazıp İslâm'a dâ'vet ettiği Necâ­şî'yi ayırdetmeyip iki Necâşî'yi
birbirine karıştırmıştır7.
7 Zâdü'I-Meâd, bu
eserimizin üçüncü cildinde Cenaze bahsindeki hadî­sin tercüme ve îzâhma
bakınız.____________________„_________
Rasûlullah'ın amcası
oğlu olarak zikrolunan Cafer ibn Ebî Tâlib'dir. Ve Necâşî onun delaletiyle
müslümân olmuş­tur. Amr ibn Umeyye Rasûlullah'ın mektubunu götürdüğün­de Cafer
hazretleri birtakım İslâm muhâcirleriyle beraber Habese'de bulunuyorlardı. Bu
ikinci Habeşe muhacirleri ara­sında Ebû Sufyân'ın kızı Ümmü Habîbe de bulunuyordu.
Zevci vefat edip elemli bir vaziyette idi. Hazreti Peygamber sefîr Amr
vâsıtasiyle muhacirlerin Medine'ye müreffehen gön­derilmelerini ve Ümmü
Habîbe'nin kendisine nikâh edilerek hatırının hoş edilmesi delâletini de
Necâşî'ye bildirmişti.
Necâşî Ümmü Habîbe'yi
Rasûlullah'a nikâh ettirdiği gi­bi Habeşistan'da bulunan bütün İslâm
muhacirlerini iki ge­mi ile Cezîretü'1-Arab sahiline gönderdi. Ve Rasûlullah'ın
Hayber gazasında fetih ve zaferi sırasında Hayber'e vâsıl ol­dular. Hazreti
Peygamber iki suretle mesrur olarak Habeşis­tan muhacirlerine de Hayber
ganîmetinden hisse ayırıp verdi.
4. Mısır ve
İskenderiye Sefiri Hâtıb ibn Ebî Beltea:
Hâtıb (R) da bir
da'vetnâme ile ve Ebû Zerr Gıfârî haz­retlerinin âzâdlısı Câbir refâkatiyle
Mısır Meliki Mukavkıs Cu-reyc ibn Mînâ'ya gönderildi. O vakitler Mısır hükümeti
Şarkî Roma İmparatorluğu'na tâbi' olup Mukavkıs ünvânmdaki Mısır Meliki, Roma
Kayseri tarafından ta'yîn olunurdu. Ve Mukavkıslar İskenderiye'de otururlardı.
Bu cihetle Mukav-kışlar Arab müellifâtında ekseriyetle "İskenderiye
Meliki" dîye anılırlar. Hâtıb da Rasûlullah'ın mektubunu Cureyc ibn
Mînâ'ya İskenderiye'de verdi, Hâtıb'ın taşıdığı da'vetnâme-nin metni ve meali
şöyledir:
'
'Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah'ın kulu ve
Rasûlü Muhammed'den Kıbt milleti-
nin ulusu Mukavkıs'a!
Selâm hidâyet yoluna giden kimsele­re olsun. Bu dua ve temenniden sonra derim
ki: Seni İslâm camiasına ve dînine da'vet ediyorum. Müslümân ol ki, selâ­mete
eresin ve müslümân ol ki, Allah ecir ve mükâfatım iki kat vere (Nasrâniyet ve
İslâmiyet mükâfatları). Eğer bu da'-vetimden yüz çevirirsen Kıbt kavminin
günâhı boynuna ol­sun. Ey ehli kitâb, bizimle sizin aramızda müsâvî ve müşterek
olan bir söze (Tevhîd kelimesine) geliniz. Birleşip Allah'tan başkasına ibâdet
etmeyelim. Ve O'na hiçbir şeyi şerik koş­mayalım. Allah'ı bırakıp da
birbirimizi Rabb edinmiyelim. Eğer Kıbt kavmi bu tevhide yüz çevirirlerse, ey
müslümânlar siz de onlara 'Şâhid olunuz, biz müslümânız!" deyiniz."
Hâtıb, Rasûlullah'ın
da'vetnâmesini Mukavkıs'a verip, bu zât mealine muttali' olunca:
—"Bu zât
Peygamber'se düşmanlarına duâ edip de on­ları niçin mahvetmiyor?" diye
münkirâne her çehre ile karşı­ladı.
Hâtıb da şöyle
hakimane ve susturucu cevâb verdi:
—Ey Kıbt kavminin
ulusu! Senden önce bu Mısır tah­tında bulunan bir hükümdar (Fir'avn) kendisini
Rabbi A'lâ (Ulu Tanrı) zu'm etmişti, fakat Cenabı Hakk onu (derhal he-Iâk
etmedi. Nihayet mev'ûd vakti gelince) dünyâ ve âhıret azâbiyle yakaladı, ve
ondan intikam aldı. Ey hükümdar, baş­kasından ibret al da başkasına ibret olma!
Hâtıb'ın bu hakîmâne
mütâleaları üzerine Mukavkıs:
—Bugün için bizim bir
dînimiz var, biz bu dînimizi bun­dan daha hayırlı bir dîn olmadıkça
bırakamayız! dedi.
Buna da şöyle cevâb
verdi;
—Biz sizi bir İslâm
Dîni'ne da'vet ediyoruz ki, Allah bu­gün beşeriyete dîn olmak üzere bu dîni
ikaame edip ondan başkalarını neshetmiştir. Sizi İslâm Dîni'ne da'vet eden bu
muhterem Nebî bütün insanları da'vet etmiştir. O'na karşı en şiddetli husûmeti
Kureyş müşrikleri göstermiştir. En az­gın düşmanı da Yahûdîler'dir. O'na
diyanet hususunda en yakın millet Hıristiyanlar bulunuyor. Hayâtıma yemîn ede­rim
ki, Musa'nın îsâ'yı tebşîr etmesi, îsâ'nın Muhammed'in gelişini müjdelemesi
gibidir. Bizim cenabınızı Kur'ân ahkâ-mına da'vetimiz, sizin ehli Tevrat'ı
(Yahûdîler'i) incil'e da'- J
vet etmeniz gibidir,
Her peygamber bir kavme idrâk etmiştir, ki o muasır kavim o Peygamber'in
ümmetidir. Benimle bera­ber birtakım akvam da o Peygamber'e itaat ederek O'nun
ümmeti camiasına iltihak etmişlerdir. Ey hükümdar! Cena­bınız da bu azîz
Peygamber'in nübüvveti zamanına erişen bahtiyarlardan bulunuyorsunuz. Biz sizi
îsâ dîninden men'et-miyoruz. Belki onun teblîgâtiyle emr (ve onun tebligatı mu­cibince
İslâm'a da'vet) ediyoruz. Bunun üzerine Mukavkıs:
—Ben bu Peygamber'in
hâlini, sânını tedkîk ettim. O ne fena şeyler emreder, ne de iyi şeylerden
nehyeder. O sâhir değildir, kâhin değildir, kâzib de değildir. Kendisinde
işlerin gizliliklerini bulup çıkarmak ve gönüllerdeki gizli temayülle­ri bilip
haber vermek gibi nübüvvet alâmeti de buldum. Bi­raz daha düşünmek isterim!
dedi.
Rasûlullah'ın
mektubunu aldı ve fildişinden küçük bir kutu içine koyup mahfazayı mühürleyerek
bir cariyesine ver­di. Sonra arabca kitabete muktedir bir kâtibini çağırıp
Ra-sûlullah'a şu cevâbı yazdırdı:
' 'BismiMhirrahmânirrahîm.
Muhammed ibn
Abdillah'a, Kıbt'ın ulusu Mukavkis'-tan. Selâm sana Azîz Peygamber! Bundan
sonra arzolunur ki, mektubunu okudum, münderecâtmı ve da'vet ettiğiniz hu­susu
anladım. Peygamber silsilesinden ba's olunacak bir pey­gamber kaldığını
bilirdim. Fakat onun Şam'dan çıkacağını sanırdım. Sefirinize ikram ettim. Size
iki câriye gönderiyo­rum. Bunların Kıbtîler arasındaki mevkii yüksektir. Bir de
kisve takdim ettim. Binmeniz için bir de ester hediye ettim. Selâm sana
Muhterem Peygamber!".
Mukavkıs Cureyc ibn
Mînâ gerçi müslüman olmamış ise de fakat Peygamber'in sefiri Hâtıb'e çok hürmet
etmiştir. Hâ-
tıb ibn Ebî Beltea da
hakîmâne mütâlaalanyla bu hürmete liyâkat kesbetmiştir8.
Takdîm edilen hemşire
cariyeler Mâriye, Şîrîn adların­da idi. Rasûlullah Mâriye'yi müslüman olduktan
sonra Mülkü Yemîn ile istifraş edip bundan İbrâhîm adında bir oğlu ol­du. Ve
onsekiz aylık nevzâd iken vefat etti.
Mâriye'nin hemşîresi
Sîrîn'i Rasûlullah, Şâiri Hassan ibn Sâbit'e vermiştir. Düldül adındaki beyaz
ester Muâviye za­manına kadar yaşamıştır. Peygamber'in ölümünden sonra Hazreti
Alî binmiştir.
5. Yemâme Sefiri
Sulayt İbn Amr Âmiri
Rasûlullah Sulayt ibn
Amr vasıtasıyla bir mektûb da Ye­mâme Meliki Hûze ibn Alî'ye gönderdi. Sulayt
ibn Amr Ha­beşistan'a hicret eden kıdemli sahâbîden olmakla Yemâme'ye sefîr
ta'yîn olunmuş ve hicretin 12. yılında yine burada, Ye­mâme harbinde şehîd
olmuştur. Hûze'ye gönderilen da'vet-nâmenin metni ve meali şöyle idi:
"Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah 'in Peygamberi
Muhammed'den Hûze ibn Alî'ye. Doğru yoldan gidene selâm olsun! Ma'lûmun olsun
ki, Rabb'im İslâm dînini yakın zamanda dünyânın uzak ufuk­larında
parlatacaktır. Binâenaleyh ey Hûze, müslüman ol ki selâmete eresin! Ben de
hâkimiyetin altındaki memleketi sa­na tefvîz ederim."
Sulayt (R)
Rasûlullah'ın mühürlü mektubunu hamilen Yemâme'ye vardı. Hıristiyan olan
Hûze'nin huzurunda Ra­sûlullah'ın mektubunu okudu. Hûze Rasûlullah'ın da'vetini
8 Hâtıb ibn Ebî Beltea
Bedir harbi gazilerinden ve böyle yüksek mefkure sahibi bir zât olmakla beraber
bir kere gaflet etmiş ve Mekke fethi için
Rasûlullah'ın
Medine'deki hazırlığını Mekke eşrafına bir mektûbla bil­dirmek istemiştir.
Fakat bu sakat hareketi Rasûlullah'a vahiy olunmakla mektûb geri
alınmıştı.
mükerreren reddetmekle
beraber cevâbı bir mektûb yazarak mektubunda:
"Beni da'vet
ettiğin dîn ne güzel şeydir, onu kabul ede­rim. Şu kadar ki, Arap kavmi benim
yerime göz dikmiştir. Saltanatımın bekaasını te'mîn için beni velîahd yaparsan
Sa­na tâbi' olurum" diye bildirdi.
Sefîr Sulayt'a da
caize verip Hecr kumaşından dikilmiş elbise giydirerek gönderdi.Sulayt ibn Amr
bu mektûb ve he­diyelerle Rasûlullah'a sefaret hâtırasını arz ve cevâbı mektu­bu
takdîm etti. Rasülullah mektubu okuyunca:
— "Bu adam ne söylüyor? Bu şartla şehâdet
parmağı kadar toprak istese onu bile veremem. Kaldı ki elindeki Ye-mâme
diyarının hükümranlığı?""buyurdu.
Rasülullah Mekke'nin
fethinden avdet buyurduğu sıra­da Cibril gelip Hûze'nin öldüğünü teblîğ etti.
Bunun üzerine de Rasülullah:
— "Fakat Yemâme
işi bitmiş değildir, yakında orada ya­lancı peygamber türeyecektir", dedi.
Maamâfîh onun da
öldürüleceğini haber verdi. Ashâb-dan birisi:
—Yâ Rasülallah! O
yalancıyı kim öldürecek? diye sordu.
Rasülullah da:
— "Seninle
mücâhid arkadaşların" diye cevâb verdi.
Ve hakîkaten Hazreti
Ebû Bekr'in hilâfeti zamanında Rasûlullah'ın haber verdiği veçhile Yemâme
mürtecîleri ashâb-ı kiram tarafından tenkil edildi.
Müverrih Vâkıdî'nin
beyânına göre Şam'ın Nasârâ ulu­larından olan Erkün Hûze'nin yanında bulunduğu
sırada Ra­sülullah ile münâsebetini sordu. Hûze:
—Geçenlerde bir
mektubunu aldım. Beni İslâmiyet'e da'­vet ediyordu. İcabet etmedim, diye cevâb
verdi.
Erkün:
—Niçin icabet etmedin?
dedi.
Hûze:
—Ben dînime bağlı bir
adamım. Bununla beraber kav­mimin meliki bulunuyorum. Eğer Muhammed'e tâbi'
olur­sam ne dîn kalır, ne saltanat! diye cevâp verdi.
Bunun üzerine Erkün şu
yolda öğüt verdi:
—Ey Hûze, yanlış
düşünüyorsun! Eğer sen Muhammed'e tâbi' olsaydın, muhakkak seni mülkünde ibkaa
ederdi. Senin için en doğru hareket Muhammed'e tâbi' olmaktı. İyi bil ki, O
Nebîyyi Arabi, îsâ ibn Meryem'in müjdelediği peygamber­dir; biz Hıristiyan
ulemâsına göre İncîl'de Muhammed Ra­sülullah diye yazılmıştır ve bu
muhakkaktır.
6. Gassân Sefiri Şüca' İbn Vehb:
Şüca' hazretleri Bedir
gazilerinden ve bütün gazalarda Rasûlullah'ın maiyyetinde hizmet eden bir
sahâbî idi. Bu ci­hetle Rasülullah Şüca'(R)'ı Gassân Meliki Haris ibn Ebî
Şem-mer'e bir mektûbla sefîr gönderdi. Şam'ın Belka' şehri Gassânîler'in
hükümet merkezi olduğundan Haris bâzı mü-ellefâtta da Belka' hükümdarı olarak
kaydolunmuştur. Ra­sülullah Hudeybiye dönüşünde bir da'vetnâme yazdırıp Şüca'
hazretleriyle Hâris'e gönderdi ki, metni ve meali şöyledir:
'Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah'ın Rasûlü
Muhammed'den Haris ibn Ebî Şem-mer'e. Doğru yolda gidenlere ve Allah 'a îmân,
Rasûlü'nün nü­büvvetini tasdik edenlere selâm olsun. Ey hükümdar, seni şeriki
olmayan bir Allah'a îmâna da'vet ediyorum. İcâbetet-tiğiniz surette mülkünüzde
yine hükümdar olarak kalacak­sınız!".
O günlerde Haris
Şam'ın Guta şehrinde 9 bulunuyordu. Şüca' hazretleri Peygamber'in mektubunu
Hâris'e Guta'da verdi. Haris Rasûlullah'ın mektubunu okuyup yere attı. Bu
küstah, Şam'da Kayser'in bir vâlîsi mesabesinde idi. Müsta­kil bir devlet reîsi
bile değildi. Metbû'u olan Kayser Hirak-
9 Guta, Dimeşki Şam'ın
şarkında imtidâd eden ve vaktile dünyânın cen­neti diye anılan bağlık, bahçelik
kısımdır. Ba'de'l-İsiâm Şâm hilâfet ve medeniyet merkezi olmakla Guta şerefini
arttırmış, bugün de cennet gibi güzelliğini muhafaza etmekte bulunmuştur.
lıyus bile da'vetine
ve sefirine karşı hürmet ettiği halde Haris böyle bir hürmetsizlikte bulundu.
Hattâ Kayser'e müracaat ederek Medîne üzerine asker şevkine müsâade istedi.
Fakat Kayser reddetti.
Şüca' hazretleri
Medine'ye gelerek keyfiyeti Rasûlullah'a arz ettiğinde:
— "Allah mülkünü
elinden alsın!" diye aleyhinde duâ etti.
Haris Mekke fethi
sırasında öldü. Bir müddet sonra da müslümanlar Gassân diyarını zaptederek
Gassân idaresine son verdiler.
Bir Tenbîh:
Müellif Buhârî'nin
"Peygamberin vâlîleri ve sefirleri" başlığı ile açtığı babının bu
unvanını Allâme şârih Bedrüd-din Aynî'nin îzâh ederek bildirdiği vâlîleri ve
sefirleri biz de Siyere dâir müellefâttan, tabakaat kitâblarından naklen
taf-sîl etmiş bulunuyoruz. Ancak Allâme Aynî, Rasûlullah'ın al­tıncı hicret
yılında gönderdiği sefirleri altı zât olarak kayıt ve îzâh ettiği halde
İbnü'l-Kayyim Zâdü'l-Meâd'da bunlara iki sefir daha ilâve ederek sekize
ulaştırıyor ki, ilâve olunan iki sefir Alâ Hadramî ile Amr ibn Âs'tır. Alâ
hazretlerinin Munzir ibn Sâvî'ye, Amr'ın da Umman Meliki'ne birer da'-vetnâme
ile gönderildiği kayft ve tafsil olunmaktadır.
Şu halde Alâ Hadrâmî
Bahreyn'e ilk önce Munzir ibn Sâvî nezdine sefir olarak gitmiş, sonra Bahreyn
hükümdarı Munzir ile ahâlînin bir kısmı müslümân, bir kısmı Cizye ve­rici olmak
üzere de vâlî ta'yîn buyurulmuş oluyor.
Şimdi Alâ Hadramî'nin
bu sefaret safhasını Zâdü'l-Meâd'dan naklen îzâh edeceğiz:
7. Bahreyn Sefiri Alâ ibn Hadramî:
Vâkıdî'nin İkrime'den
rivayetine göre Ikrime der ki: Ra-sûlullah'ın Munzir ibn Sâvî'ye yazdığı
da'vetnâmeye dâir bir vesîkayı ben İbni Abbâs'ın vefatından sonra kitâblan ara­sında
bulup istinsah ettim. Bunda deniliyor ki: Rasûlullah bu mektubunda Munzir'i
İslâm'a da'vet eyledi. Munzir Rasûlul-
lah'a yazdığı cevabî
mektubunda ihtiram arzından sonra: "Yâ Rasûlallah! Kitabınızı Bahreyn
ahâlîsine okudum. Bunlardan bir kışımı İslâm'a muhabbet ve icabet edip müslümân
olmuş­tur. Bir kısmı ise müslümân olmayı hoş görmemiştir. Mem­leketimde Mecûsî,
Yahûdî tebeam da vardır10. Bu vaziyet hakkında Peygamber'in emrini
bildirmelerini rica ederim."
Bunun üzerine
Rasûlullah şu cevâbı verdi: "Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah'ın Peygamber'i
Muhammed'den Munzir ibn Sâ­vî'ye. Selâm sana. Kendisinden başka tanrı olmayan
Allah Ta-âlâ'ya senin r>âmına hamd ü sena ederim. Ve Allah Taâlâ'-nın
varlığına, birliğine ve Muhammed'in Allah 'in kulu ve pey­gamberi olduğuna
şehâdet ederim. Bu hamd ü sena ve şehâdetten sonra, ey Melik, seni Azız ve
Celîl olan Allah adına hayır ile yâd ve sana vasiyet ederim. Muhakkak ki bir
kimse bir mü'mine öğüt verirse onun hayır ve sevabı ile müstefîd olur. Her kim
de elçilerimin hayırhâhâne nasihatlerine mu­tavaat edip emirlerine tâbi' olursa
bana itaat etmiş olur. Ey Munzir, elçilerim seni sena edip hayır ile andılar.
Ben de kav­min hakkında sana şefaat ederek derim ki, bunların müslü­mân
olanlarını müslümânlıkta sebat ettikleri müddetçe kendi hâllerinde bırak.
Günahkâr olanların da günâhları hususun­da arzettikleri özürlerini kabul et! Ey
Melik, sen kavmin hak­kında nasihatçi oldukça şerefin artar, bir şey eksilmez.
Yahudilerle Mecüsîler kendi mezheblerinde durmak isterlerse serbest bırakır ve
cizye vermeği tarhedersin."
Alâ ibn Hadramî,
Rasûlullah'ın bu mektubunu yükle­nerek Munzir ibn Sâvî nezdine bu defa sefir
olarak değil, vâlî olarak gitmiş ve mektubun içindekilere göre Yahûdîler'Ie
Me-cûsîler'e mezhebi hürriyet bahşolunup kendilerinin mal, can ve müşterek
vatan emniyeti nâm ve hesabına muayyen bir ver­gi tarhedilmiştir. Müslümanlar
da zekât farîzesiyle mükellef bulunuyorlardı.
Ummân'ın kuzey
batısında ve Ummân'dan Basra Kör-fezi'ne kadar Kızüdeniz'in bütün sevâhili
boyunca devam eden
10 Mektubun bu
kaydından Hıristiyan olan Munzir ile beraber Hıristiyan tebeasının müslümân
oldukları, Mecûsîler'le Yahûdîler'in olmadıkları anlaşılıyor.
bu geniş kıt'anın
zekât ile cizye gelirleri Medine'de şiddetli bir zaruret içinde bulunan
Beytü'l-mâl'i zaruretten kurtar­mıştır.
8. Umman Sefiri Amr ibn Âs:
Rasûlullah bir
da'vetnâme ile de Amr ibn Âs'ı Umman Meliki iki kardeş Ceyfer ile Abd'e gönderdi.
Umman, Cezîretü'l-Arab'ın güneydoğusunda ve Hindistan'ın karşısın­da gayet
geniş bir kıt'a olup Hindistan'ın, İran'ın, Cezîretü'l-Arab'ın ticâret anbarı
mesabesinde idi. Bu cihetle İslâm'ın yayılmasına çok müsâid bulunuyordu. Böyle
mühim bir mın­tıkaya Amr ibn Âs gibi bir siyâsî dahînin intihab buyurul-masında
büyük bir isabet vardı. İbn Hişâm S/>e/'inde, Amr ibn Âs'ın Hâlid ibn Velîd
ve Usmân ibn Talha ile birlikte se­kizinci hicret senesinde Mekke'nin fethinden
altı ay önce müs-lümân olduğu rivayet olunduğuna göre, Amr ibn Âs
Rasûlul-lah'ın sefirlerinin sonu olacaktır.
Ummân'da Cülendî
oğullan'ndan bu iki birader hüküm­rân bulunuyordu. Bunlara gönderilen
da'vetnâmenin metin
ve tercemesi de
şöyledir:
"Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah'ın kulu ve peygamberi
Muhammed'den Cülendî oğullan'ndan Ceyfer ile Abd'e. Doğru yolda gidenlere selâm
olsun! Bu duadan sonra ey iki birader, sizi İslâm camiasına da'vet ediyorum.
Müslüman olunuz ki selâmete eresiniz. Ben beşeriyetin umûmuna gönderilmiş
Allah'ın Peygamberiyim. Hayâtta olanları inzâr etmek, kâfirler üzerine de
Allah'ın emirlerini yerine getirmek vazifemdir. Ey kardeş hükümdar­lar, İslâm
Dîni'ni tasdik ve kabul etmezseniz gene biliniz ki, mülk ve saltanatınız
uhdenizden zail olmuştur. İslâm süvari­leri topraklarınızı çiğneyecektir.
Mülkünüzde nübüvvetim hâ­kim olacaktır!"
Rasülullah'ın bu
mehâbetli da'vetnâmesini Ubeyy ibn Ka'b (R) yazıp mühürlemiştir.
Zad'ü'7-Meâd"da
Amr ibn Âs'ın Ummân'a giderek sefa­ret vazifesini îfâsi, bu iki biraderle
günlerce devam eden te­mas sureti, Amr'ın kendi lisanından naklederek uzun
boylu izah ve tafsîl edildikten sonra -ki bütün İbn Âs'ın siyâset hü­nerini
ifâde etmektedir- en sonu bu iki Umman hükümdarı­nın Muhammed'in Nübüvveti'ni
tasdîk ve İslâm şerefi ile müşerref oldukları bildiriliyor.
Müellif Buharî'nin
"Vahidin haberinin cevazı" unvanın­dan ve şârih Ayn"'nin bu
ünvânı "Peygamber'in valileri ve sefirleri" ile îzâhından
bi'1-istifâde, biz de Rasülullah'ın di­yanet neşr ve İslâmiyet'in yükseltilmesi
için tuttuğu siyâsî veç­heyi tafsîl etmiş bulunuyoruz. Tevfîk ise Allah'tandır
(Kâmil Mîrâs) n.
11 Bu
"Peygamberin Valileri ve Elçileri" kısmı bâzı sadeleştirme ve özet­lemelerle
Tecrîd Ter., XII, 413-431'den alınmıştır.
Peygamberin buradaki
mektûblan bilhassa şu kaynaklarda toplan­mıştır:
İbnu'l-Kayyım,
Zadu'l-Meâd;
Prof. Muhammed
Hamidullah, el-Vesâiku's-Siyasiyye, ikinci tab, Kaahire 1956
Prof. Muhammed
Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 200-361, İst. 1966.




[27] Fethu'l-Bârt'de şöyle dedi: "Gördün mü?"
kavlindeki soru inkâr içindir. eş-Şa'bî, Peygamber'den mürsel hadîs rivayet
etmeyi reddediyordu. Bununla mürsel hadîs rivayet etmeye sevkeden sebeb,
Peygamber'den hadîsi çoğaltmak isteği olduğuna işaret ediyordu. Yoksa insan
muhakkak mevsûl olarak işittiklerimle yetinirdi.
el-Kirmânî de
et-Kevâkib'de şöyle dedi: Garazı, Hasen Basrî tabiî olmakla beraber, Peygamber'den
çok hadîs rivayet ediyordu, yânî çok hadîs rivayet et­meye cür'etli idi. İbn
Umer ise sahâbî olmakla beraber az hadîs rivayet edici idi. O hadîs rivayeti
hususunda ihtiyat edici, mümkin olduğu kadar sakınıcı idi Umer de
Peygamber'den, O'nun söylemediklerini tahdîs etmek korkusu ile az hadîs rivayet
etmeye teşvîk ederdi... (Kastallânî).
[28] Başlığa uygunluğu "Eti yemekten kendilerini
tuttular" sözünden alınır. Çünkü onlar kadının sesini işittiklerinde eti
yemeyi terkettiler. Bu da âdil olan bir kadı­nın haberi ile amel edileceğine
delâlet etmiştir... (Aynî).

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://islamguzeldir.yetkin-forum.com
 
Tek Kadının Haberi (Yânı Bununla Amel Edilir Mi Yâhud Edilmez Mi?) Babı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı
» Kadının Ev Hakkı
» Kadının Yüz Bakımı Yaptırması Caiz mi?
» Peygamber(S)'İn Birbiri Ardından Birçok Vâlîler, Kumandanlar Ve Yabancı Devletlere Elçiler Gönderir Olması Babı
»  Peygamber(S)'İn Arab Hey'etlerine Arkalarında Bulunan Kavimlerine, Kendisinden İşittikleri İlmi Teblîğ Etmelerini Vasiyet Etmesi Babı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
islam güzeldir :: HADİSLER :: Hadis :: Sahih-i Buhari-
Buraya geçin: